Yayınlanan: New Age

Anja – 3. Göz Çakrası

Anja – 3. Göz Çakrası

Adı: Anja çakra, alın çakrası, Agnya çakra, 6. çakra

Sanskritçe: Anja; kumanda eden.

Bulunduğu yer: Alın bölgesinin başlangıcı, iki kaşın ortasından biraz yukarda. Baş parmağınızı çenenize yerleştirin, işaret parmağınızı da burnunuzun ucuna ve iki parmağınızın arsındaki boşluğu hiç bozmadan elinizi kaldırın ve yukarı doğru hareket ettirin.  Bu defa başparmağınızı burnunuzun ucuna yerleştirin ve işaret parmağınızı da alnınızda hangi noktaya geldiyse o noktaya değdirin. Üçüncü göz çakranızın olduğu noktayı bu yöntemle kolaylıkla bulabilirsiniz.

Rengi: İndigo mavisi (civit mavisi ile koyu mor arasında kalan bir renk)

Elementi: Işık, Nur

Mantrası: KSAM

Etkilediği organlar: Yüz, gözler, kulaklar, burun, sinüsler, beyincik, merkezi sinir sistemi.

Etkilediği salgı bezleri: Hipofiz bezi, epifiz.

Duygusu: Algılamak

Yeteneği: Yaratıcılık, soyut düşünme yeteneği, tamamını görebilme, sezgi

Burcu: Aslan

Gezegeni: Güneş

Sayısı: 2

Dönüş yönü: Erkeklerde saat yönünün tersi, kadınlarda saat yönünde.

Afirmasyonu: Görüyorum

Dengesizleştiği zaman yol açtığı fiziksel sorunlar: Dengede durma sorunları, araç tutmaları, zekâ sorunları, unutkanlık, fobiler ve fazla stresten kaynaklı psikosomatik problemler.

Olması gereken hızı: 30 saniyede 96 dönüş

Olması gerekenden fazla hızı: 30 saniyede 96 dönüşten fazla

Olması gerekenden az hızı: 30 saniyede 96 dönüşten az

Duyu organları: Gözler

Aroması: Sandal, Günlük, Menekşe

Değerli taşı: Ametist, Florit, azurit, sodalit, Lapis Lazuli

Notası: La

Dengeleme müziği: Deniz, okyanus, orman gibi doğa olanların kendi sesler, ritmik ve tekrarlayan sesler, gezegen sesleri.

Yiyecekleri: hayvansal gıdaların dışındaki taze ve pişmemiş gıdalar.

Faydalı olan aktiviteler: şehir yaşantısından uzaklaşmak, sessizleşmek, inzivaya çekilmek, meditasyon yapmak.

Zararlı olan aktiviteler: fazla dünya hayatı ile meşgul olmak, kendine zarar veren davranış ve faaliyetler yapmak.

İhtiyaçları: Affedici ve şefkatli olmak, içsel ve dışsal olarak dingilin halinde kalabilmek.

Özellikleri:

Soyut düşünceler üretebilme ve yönetme, entelektüel bakış açısına sahip olma, ruhsal rehberler ile iletişim kurabilme, ilahi bağlantıyı algılama ve ilahi farkındalığa ulaşma, koruyucu varlıklar ile bağlantı sağlama, astral seyahat deneyimleri yaşama ve beden dışı çalışmalar yapma ile ilgilidir. Sevgilerimizin kuvvetlenmesi, duru görü yeteneğimizin oluşması ve güçlenmesi, imaj çalışmaları yapmamız için ihtiyacımız olan enerjinin üretilmesini sağlar.

Altıncı çakra çoğunluğun bildiği anlamda üçüncü göz çakrasıdır. Aslında pek çok kişi üçüncü göz diye bahsedilen kavramın bir çakra olduğunu bilmez. 6. hissin gelişmiş olma durumu için üçüncü gözün açık olması olarak kabul eder. Kavramın anlamı en başta bu nedenle hata ile başlar. İnsan kavramlar ile düşündüğü için ifadelerin doğru bir şekilde bilinmesi ve anlaşılması gerekir. Bilmek ve anlamak da yine birbirlerinden çok farklı ifadelerdir. Altıncı çakra için kavramların, bilmenin ve anlamında önemi büyük olduğu için bu ifadelerin hepsinin doğru bir şekilde kavranması gerekir.

6.his; duyu dışı algılama anlamına gelir. Beş duyumunuzun dışında evreni paranormal olarak algılama biçimidir. Üçüncü göz altıncı his değildir, çakranın özellikleri içerisinde insana verdiği yetilerden bir tanesidir. Duyu dışı algılama becerisi olan bir kişin üçüncü gözü açıktır diye ifade hatalıdır. Canlıların her birinin çakrası zaten açıktır. Yaşam enerjisi artık bulunmayan yani fiziksel bedende can kalmamış her varlığın çakrası kapalıdır. Basitçe dünyevi anlamda sadece ölülerin çakraları kapalıdır. Temelde her canlının üçüncü göz çakrası açık olduğu için altıncı hissi de vardır. Duyu dışı algılama yeteneğine sahip olmadığı varsaydığımız kişilerin üçüncü göz çakraları aktif değildir ya da dengesizdir. Gerekli çalışmalar ile herkesin 6. his yeteneği açığa çıkarabilir. Farklı olan herkesin duyu dışı algılayacaklardır. Gördükleri, hissettikleri ya da duydukları birbirlerinden farklı olur. Algılama seviyeleri ve güçleri farklıdır.

Bazı kişiler hiçbir özel çalışma yapmadan duyu dışı algıma yeteneklerini açığa çıkarabilirler. Yine bazı kişiler belli bir süre bu özellikleri kullanıp daha sonra kullanamayabilirler. Hepsinin nedenleri de birbirlerinden farklıdır.

Genetik olarak aktarılmış miras, bir önceki yaşamlarımızdan aktarılan öz enerjiler, anne karnındayken bilinçaltının kodlanması, doğum anında gerçekleşen özel bir durum, sıfır -altı yaş arası yaşanılan deneyimler, bu deneyimlere verdiğimiz tepki ve bilinçaltımızı ilk olarak kodlayan aile fertlerinin tutumu en başta bu tür yeteneklerimizin açığa çıkması ve kullanılması için önemli verilerin oluşması neden olur.

Yaşam serüveni içerisinde karşıladığımız olaylarda yine sonradan gelişen yeteneğimiz için önem arz eder. Ölüme yakın deneyimler, anne olmak, büyük bir ruhsal travma, aşırı büyük bir sevgi, bağımlılık yapıcı maddeler kullanmak gibi pek çok durum altıncı hissi geliştirme niyetinde olup çalışma yapmadan kendiliğinden çakranın uyarılması sonucu yeteneğin ortaya çıkmasına neden olabilir.

En temel belirleyici özellik evrenin bu yeteneğini kullanıp kullanamayacağımız, nasıl ve ne şekilde kullanmamız konusunda bize doğumdan önce verdiği izinlere, amaç ve görevlerimizin belirlenmesidir. Hayatı bu tür çalışmalara adayıp çok küçük ve olumlu bir geri dönüş bile almayan insanlar vardır. Hiçbir şey yapmadığı halde kendiliğinden bu yeteneği ortaya çıkıp ve durmadan gelişmeye devam eden insanlarda vardır. Bu durumun diğer tüm şartlardan bağımsız olarak en önemlisi evrenin bizim için biçtiği ilahi plandır.

Altıncı çakramızın duyu dışı algılama yeteneğimizi açığa çıkarmasından önce çok önemli faaliyetlerini anlamak ve onları yaşamamıza getirmek için dengeleme çalışmalarını yapmak daha önemli bir durumdur. Çünkü affetmeyi yöneten bu çakramız dünyada daha huzurlu olmamızı ruhani anlamda gelişmemizi sağlar.

Affetmek bizim için her şeyden daha önemlidir. Gerçek şifanın iki kaynağı vardır biri sevgi diğeri affetmektir. Bütünsel şifaya ulaşmak için affetmeyi başarabilmek gerekir. Affedici olmanın zincir gibi birçok duygumuz ve düşünce yapımız üzerinde ilerletici ve bağlayıcı bir özelliği bulunur.

 

Şefkat, öfke, nefret, kırgınlık, alçak gönüllülük, soyluluk, cömertlik, ego, seçimler, ırkçılık, alışkanlıklar, bağımlılıklar, fikirlerimiz ve bakış açımız affedici olma durumumuz ile direk ilgilidir. 7 çakraya ulaşıp ilahi idrake bağlanma yolunda da ya engelimiz ya da desteğimizdir. Affetmek bize yapılan yanlış ve hataların unutulması ya da görmezden gelinmesi değildir. Tamam, canım ben zaten affettim gibi bir cümle kurduğumuzdan ağzımızdan çıkan öylesine bir kelimede değildir. Affetmek için çabala durumu hiç değildir.

 

Affetmek ile affedici olmak arasında çok ciddi bir fark vardır. Affetmek yapılan bir yanlış ve hatanın görmezden gelinmesi, unutulması ya da önem arz etmesi için kişisel çaba sarf ederek duygu ve düşünce durumunun değiştirilmesi anlamına gelir. Affedici olmak ise, hata ve yanlışların zaten insan için olduğu ve dünya yaşamında herkesin zaten hata, yanlış yapacağını bunların zaten bizim gelişimim sürecimiz için olduğunu bu nedenle temelde hata ve yanlış olmadığını kabullenme sürecidir.

Affedici olma durumu hemen anlaşılacak ve uygulanacak bir durum olmayabilir. Farkındalık ile gelişecek ve yerine oturacak bir olma halidir. Affedici olma durumuna sahip olmaktan çok o yola doğru kendimizi yönlendirmemiz ve onu amaç edinmemiz daha önemlidir. Bu yolun başlangıcı ise kişisel çaba sarf ederek affetmeyi başarmaktır. Affetmenin verdiği mükemmel bir dönüşümü hayatımıza getirebiliriz. Ruhun soylu gelişimi için affetmeyi öğrenmeliyiz. Nefret, öfke, kabullenememe, hüzün, küskünlük duyguları affetmenin gücü ile değişir. Affetmeye kendimizle başlamamız gerekir. Söylediğimiz, yaptığımız ya da yapmadığımız her şey için kendimizi affetmeye başlamanız gerekir.

Keşke bunu söylemeseydim,

O zaman aklıma gelseydi de bunu söyleseydim.

Ben bunu nasıl yaptım.

Tek pişmanlığım onu yapmamış olmaktır. Gibi kullandığımız her cümle kendimize olan nefreti, öfkeyi, sevgisizliği ve kabullenmemeyi ifade eder. Bu duyguların her biri kendi öz varlığımızdan uzaklaşmamıza neden olur. Kendi varlığından uzaklaşan her kişi büyük bir hüznün içerisine kendisini koyar ve bu hüzün ile yaşamayı öğrenir. Maalesef kabullendiği daha iyi olan değil hayat böyle işte ne yapayım bende böyleyim durumudur.

Kendine olan bu acımasız tutum büyür, kendisi dışında olanlara da yönelmeye başlar. Hayatı, yaşamı, insanları ve geri kalan her şeyi suçlamaya başlar. Kızgınlık ve öfke büyür. Hem kendi içinde hem de dışarı doğru durmadan negatif enerji üretir. Kendisi ya da başkası suçladığı her şeyi tekrara belki daha büyük bir şekilde yaşamaya devam eder.

Hep neden benim başıma geliyor bu durum diye söylemeye devam eder. Pek çok kişisel gelişim kitabı özellikle dünyada en çok satanlar arasına girmiş bazı kitaplar bu durumu aslında ne yaşıyorsanız bunu siz istediniz diye anlatır.  Başınıza iyi veya kötü ne geldiyse bunu bilinçaltı seviyesinde siz istediniz ve siz çektiniz der. Çekim yasası kavramı da bu hatalı gerçeklik üzerine kurar.

Hiçbir varlık kendisine zarar vermeyi istemez ve bunu çekmez. Her varlığın birinci amacı yaşamaktır ve bu yaşamı en iyi hali ile sürdürmek ister.  En temel varlık amacımız olan duruma çok tezat bir söylevdir, yaşadığınız her şeyi kendiniz istediniz ve çektiniz ifadesi. Eğer doğru istemeyi bilirseniz istediğiniz doğruyu yaşarsınız çok eksik bir anlamıdır. Evet, evrende bir çekim yasası var. Bu çekim yasasını doğru kullanıp hayatımızı istediğimiz yönde değiştirme olasılığımızda var bununla birlikte çok satan bazı kitapların söylediği temel nokta cidden hatalıdır. Bu kitapların söylediklerini yapıp başarılı olmayanlar doğal olarak çekim yasasını eleştirmek ve en başta söylediğim gibi suçlama durumu içerisine yeniden girmektedir. En temelde kendini ve başkalarını suçlayan bir kişiye neyi nasıl söyleyeceğini değil bu suçluluk duygusundan nasıl kendisini kurtaracağı öğretilmelidir. Yaşam enerjisini, yaşam enerjisinin akış halini, yaşam enerjinin biriktiği enerji merkezlerini anlamadan ve bu konuda bir farkındalık haline ulaşamadan pratik anlamda çalışmalar önermek, öneri sunmaktan daha ileri gidip bir derman olmaktan çok uzaktır.

Önceki bölümlerde diğer pek çok duyguyu ve bu duygu hallerini değiştirmeye yönelik en basit çalışmaları anlattım. Şimdiki hedef duygumuz ise suçluluk duygusundan sıyrılarak affetmeyi öğrenmek ve affedici olma yolunda ilerlemek. Altıncı çakra ya da üçüncü göz çakrasından çok bu enerji merkezimize yakışan izim aydınlanma çakrasıdır.

Varlığın ilk temek noktası sevgi ikincisi ise ışıktır. Semavi dinlerde nur diye bahsedilen bu kavram aslında aydınlanmanın kendisidir. Modern dünya aydınlanma kavramını bize insandan uzak bir yere gidip yalnız bir yaşam sürme ve sürekli meditasyon halinde olma gibi lanse etmiştir. Gözümüzün önüne turuncu kıyafetler giymiş, saçları kazınmış doğa ile iç içe bir yerde, bağdaş kurarak oturan ve gözleri kapalı halde huşu içinde duran bir guru gelir.

Bize lanse edilen durum ilk bakışta hoş görünse de günlük yaşamımızdan çok uzaktır. Bir dağın en yüksek tepesinde bir tapınakta bu tür çalışmaları yapmak şu an milyonlar için çok uzak bir hayaldir. Aydınlanma yolunda ilerlemek için hep bir inziva durumu oluşması gerektiğine dair bir inanç oluşması en başta bizi aydınlanma yolumuzdan uzaklaştırır. Hadi ilk önce bize sunulan bu yanlış görüntüden kurtulalım, hayal edin. Evini süpüren bir kadın düşünün. Başında tozdan onu koruyan bir yemeni olsun. Yorulmuş, kafasında binlerce düşünce var yapması gerekenler var, geçmişten gelen onlarca sıkıntısı var. İşine ara veriyor ve bir bardak çay içmek için balkonda kendisi için güzelleştirdiği yere oturuyor. Bedeni dinlenmeye başlıyor. Evi temizlemeye başlamadan önce kendisi için koyduğu ve daha sonra içip rahatlayacağı anı hayal ettiği tavşankanı çaydan bir yudum alıyor. İçi ısınıyor bedenini ve ruhunu bir huzur kaplıyor.

Kendisi için bir şey yapmayı hayal etti. Çayı demlenmesi için önceden koydu. Dinlenmeyi hayal etti ve dinlenmek için daha önceden hazırladığı alana oturdu, kendisi için yaptığı çaydan içmeye başladı belki de fırından yeni çıkmış fındıklı bir kurabiyede yapmış olabilir. Sıcak güzel bir çay ve ağızda dağılan kurabiye. Huzur dilinden, bedenine oradan da ruhuna akıyor. İşte bu hisler meditasyonun kendisidir. Aydınlanma yolunun başlangıcı budur. Bu hayalde ne engin bir dağ ne turuncular içinde bir guru var. Bizim Fatma teyze ve onun her zaman yaptığı temizlik ve çay seansları var. Bir olaya karşı bakış açımız aydınlanma yolunda nerede olduğumuzu gösterir.

Her gün yaptıklarımızın ve onların ne olduğunun bir önemi yok. Onlara nasıl baktığımızın bir önemi var. Koyduğunuz bir çayı huzura ermek içinde kullanabilirsiniz, başkaları ile olumsuz anlatımların çokça olduğu sohbet içinde kullanabilirsiniz. Yaşam serüveni içerisinde kendimize biçtiğiniz yol sahip olduğunuz ve olmak istediklerimizi belirler.

Hayatınızı değiştirmek için çaya biçtiğiniz değeri dönüştürerek bile yola başlayabilirsiniz. Bir öğrencim bana konuda büyük bir ilham olmuştur. Şiddet gören, eğitim seviyesi düşük, maddi geliri olmayan, bir erkek çocuk annesi, orta yaşlarda bir kadın düşünün. Görücü usulü ile evlenmiş ve ailesinin bakış açısı gelinlikle çıktın baba evinden ancak kefenin ile geri dönebilirsin şeklinde. Bana eğitime geldiğinde kendi işini kurmuş, çocuğunu kendi okutmuş, 40 kilo vermiş, görüntüsünü tamamen değiştirmiş, eğitimini tamamlamamış ve sevdiği kişi ile yeniden evlenmiş haldeydi. Bu hayatını değiştiren yolcuğa nasıl çıktığını sorduğumda, eski eşinin sabah işe gitmeden önce kahvaltıda yumurtayı istediği gibi pişirmediği için yediği dayağın kendisinde bir boşluk oluşturduğunu söylemesiyle başladı. Direk onun ağzından anlatmaya devam edeyim.

O işe gitmişti ben mutfakta yüzü gözü morarmış bir halde yerde yatıyordum. İçimde hiçbir duygu yoktu, hiçbir şey düşünemiyordum. Oğlum hala uyanmamıştı tek düşündüğüm beni yine bu halde görmemesiydi. Hemen kalktım banyoya gittim elimi yüzümü yıkadım. Komşulardan aldığım kapatıcı ile yüzümü düzeltmeye çalıştım. Kapatıcının aynasına baktım. Aynada küçücük mosmor bir kişi vardı. Dünyadaki en küçük şey bendim sanırım. Ben ne yapıyorum diye sordum kendime oğlumun etkilenmemesi için verdiğim çaba ne kadar saçmaydı ondan önce ben kendime ne yapıyordum. Yediğim yemeği bile anlamıyor içtiğim çayı bir korku ile içiyordum. Bir çay benim içimi bugüne kadar hiç ısıtmadı. İçeri gittim ve kendime bir çay koydum, oturdum ve keyifle çayımı içtim. Sadece kendin için bir şey yapmak ve korkmadan onu yaşamak ne kadar güzel diye düşündüm. İçim o kadar ısındı ki birden her şeyi unuttum, ben kendimi herkesin her gün belki on kare yaptığı şeyden bile alıkoyuyormuşum diye düşündüm.

Hemen içeri gittim eşyalarımı toparladım. Kocamın verdiği haçlıktan kenara koyduğum üç beş lirayı yanıma aldım oğlumu uyandırdım ve giydirdim. Şaşkın şaşkın bana bakıyordu o an eminim daha önce annesinin gözlerinde görmediği bir şey görmüştü. Evden çıktım ve eski mahallemden bir komşunun yanına gittim durumu anlattım. Birkaç gün yanında kaldım eşimin beni aradığı haberi geliyordu. Tüm ailem seferber olmuştu. Yaşadığım o kadar acı için şimdiye kadar hiç kimse kılını bile kıpırdatmamıştı ama beni bulmak için ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Korkmuyordum yaşadıklarımdan daha fazlasını zaten yaşayamazdım geriye bir canım kalmıştı, o canında önemi kalmamıştı.

Fazla uzatmayayım iş bulmak için uğraşmaya başladım o, ona söyledi o, ona. Bir mağazada temizlik işi buldum. Bir gecekondu da evimi yaptım boşanma davası açtım. Kabul etmedi ama 3 yıl sonra mahkeme bizi boşadı. Yavaş yavaş hayatımı kurdum aileden kimse ile konuşmadım. O mağazada satış elemanı oldum sonra başka firmalara girdim. Şimdi kendi mağazamı işletiyorum. Ailem benimle artık görüşüyor çünkü para kazanıyorum baba evine dönmedim ara sıra gidiyorum ama kefenle değil parayla.

Kimseye kızmıyorum, kimseyi suçlamıyorum. Hayatımda hiç kimsenin fazla yüküne ihtiyacım yok. Sadece kocamın beni istediği gibi yumurta pişmediği için dövdüğü zamanda içimde oluşan bir ışık vardı. Kendim için ne yaptığım sorusu ve kendim için bir şey yapmanın vaktinin geldiğini bilmek ve o ışığı hiç söndürmeden yaşamak en önemli olandı.

Sevgili öğrenci ve danışanlarımdan farklı farklı pek çok değişim hikâyelerini dinledim. Aydınlanma yolcusu olan bu insanların hikâyeleri farklı olsa da hepsinde ortak olan kendileri için bir şey yapmaya başlamaları sonrasında kendilerini ve başkalarını suçlamayı bırakmaları, affetmeye çabalamamaları sadece affetmeleri… Eğer yaşam yolculuklarında hala onlara karşı nefret, öfke, kızgınlık ve kırgınlık duysalardı bu yolculuğu başaramazlardı. İçlerinde saniyelik yanan o ışığı fark ettiler ve o ışığın aydınlığında ilerlemeyi seçtiler o kadar.

Kerimali Doğacı, Ruhun 7 Kapısı Kitabından Alıntıdır.

Bir yorum Yaz